Bazılarınız zaten biliyor. Ben bir vakıf üniversitesinde çalışıyorum. Pınar da devlet üniversitesinde. Aslında aramızda sıkça konuştuğumuz bir konu olmasına rağmen, üniversiteler arasındaki farkları nasıl olduysa Bol Bilim’de doğrudan hiç yazmamışız. Tuhaf. Kısmet bugüneymiş.
Atmosfer, maddi imkanlar ve araştırma olanakları açısından üniversiteleri karşılaştırmak mümkün. Ki ben de o minvalde bir şeyler yazacağım birazdan. Ancak benim gözümde bir üniversiteyi üniversite yapan sadece bunlar değil. En azından ilk sırada değil.
Peki ya ne var ilk sırada? Orada burada hep yazdığım şey var: Akademik özgürlüklerin konuşulması ve üniversite içinde bir demokrasi anlayışının varlığı. Bunu böyle yazınca

(kaynak)
listeye girecek üniversite sayısının iyice azaldığının farkındayım. Öte yandan bir ara verip
düşünün lütfen: Türkiye’nin iyi üniversitelerini sorsalar hangilerini en başa koyarsınız?
Mevzu derin. Ve ben böyle devam edersem, hayatta içinden çıkamam. İyisi mi biraz daha elle tutulur ölçütlere geçeyim. Bu açıdan bakınca üniversiteleri kafamda üç gruba toplayıverdim.
1. Grup
Kampüs üniversiteleri. Kampüs ile sadece ağaç, kuş, böcekten bahsetmiyorum. Akademik bir atmosferin olduğu üniversiteleri kastediyorum. Hani kadrolarında yetkin insanların olduğu, bilimsel çalışmalara ve aynı ölçüde eğitime önem verilen yerler. Bu üniversitelerde çalışmak bir ayrıcalık. Devlet üniversiteleri başta olmak üzere, bu gruptaki üniversitelerin yıllar içinde biriktirmeyi başardıkları bir kültürleri var.
Herhalde hepiniz biliyorsunuz ama yine de söyleyeyim. Vakıf üniversitelerindeki maaşlar devlete göre daha iyi. Aynı seviyedeki iki hocadan, vakıf üniversitesinde olan diğerine göre 1,5-2 misli daha yüksek maaş alıyor. Aradaki farkı, danışmanlıklar ya da profesyonel programlardan elde edilen ek gelirler ile kapatmak mümkün. Öte yandan devlet memurluğunun verdiği iş garantisi, hiçbir vakıf üniversitesinde mevcut değil. Vakıf üniversitelerinde sözleşmeniz belirli aralıklarla yenileniyor.
Eğer bu gruptaki bir vakıf üniversitesinde iseniz öğretim yükünüz bir yıl boyunca 3-4 dersi geçmiyor. Aynı sayıyı tutturmak çoğu devlet üniversitesi için güç olabiliyor. Bunun sebeplerinden bir tanesi, profesyonel programlarda ders verebilmek için belirli bir kotayı doldurmak zorunda olmanız. Kotayı doldurmak için verilenlerin üzerine bir de diğer programlarda verilenler eklenince, devlet üniversitesinde ders yükü artabiliyor.
Bir arkadaşım bu gruptaki bir vakıf üniversitesi için “fazla hijyenik” demişti. Doğru. Çoğu öyle. Ayrıca öğrencileri nasıl oluyorsa ortalıkta pek gözükmüyorlar. Koridorlar genelde boş. Devlet üniversitelerindeki canlı ortamı ara ki bulasın. Bir de devlet üniversiteleri bayağı büyükler. Evet büyükler. Bu da çok güzel bir şey. İlgi çekecek butik bölümler ile devam edelim demiyorlar. Felsefeden, kimyaya, edebiyattan, ziraat mühendisliğine her alanda bölümleri oluyor. Bu da kampüsün havasını besleyip, zenginleştiriyor.
Devlet üniversitelerinin asıl üstünlüğü, yüksek lisans programlarının çok öğrenci çekmesi. Bu sayede bir bölüm doğru strateji ile araştırma gücünü kolaylıkla artırabiliyor. Öte yandan bu arkadaşların çoğu, yani asistan olamayanlar, hayatlarını idame ettirmek için dışarıda çalışıyorlar. İş ile yüksek lisans da beraber pek olmuyor.
Bu gruptaki vakıf üniversitelerinde iyi yüksek lisans programları var. Ancak alınabilecek öğrenci sayısı bölümlerin bütçeleri ile sınırlı. Öğrenciler okul ücretinden muaf tutuluyorlar ama bunun karşılığında asistanlık yapmaları gerekiyor. Asistanlık maaşının piyasadaki ücretlere göre daha düşük olduğu bölümlerde, öğrenciler bu okulları tercih etmiyorlar. Üstelik bazı vakıf üniversitelerinde yüksek lisans öğrencileri için ayrılmış bütçeler gerçekten kısıtlı olabiliyor. O durumda hocalar kendi projelerinden öğrencilerini desteklemeye çalışıyorlar.
Vakıf üniversitelerinde laboratuvarlar gibi imkanların devlet üniversitelerindekilere nazaran çok daha iyi olduğu hep söylenir. Kabaca doğru ama biraz abartılıyor. Devlet üniversitelerinin bazı bölümlerinde çok iyi, hatta daha iyi imkanlar mevcut.
2. Grup
Bu gruptaki devlet üniversitelerinin büyük büyük binaları var. Eh adı üstünde devlet üniversitesi. Bölümler köklü. Ancak akademik kadronun bir kısmı da öyle. Kök salmışlar. Araştırmaya öncelik veren, yükü taşıyanlar ise yeni arkadaşlar. Fakat onlar da üniversitenin süregiden hantallığı yüzünden -birkaç bölümdekiler hariç- bir türlü şaha kalkamıyorlar.
Bir vakıf üniversitesi bir kez ikinci gruba girdi mi, bir türlü çıkamıyor. İlk başlarda o yeni binalarına parlak arkadaşları hızla yerleştiriyorlar. Ancak kurulan bölümlerdeki akademik ya da idari personel sayıları hep ihtiyaç olanın altında kalıyor. Bir yandan lisans seviyesindeki öğrenci sayıları artıyor, bir yandan yüksek lisans programları büyüyemiyor. Ders yükünün artması bir yana, asistan desteğinden yoksun hocalar yükün altında eziliyorlar. Tabii aralarında sebatla araştırmalarına devam edenler oluyor. Ancak tüm bu harala gürele içinde, bu üniversitelerin birinci gruba geçecek takatleri kalmıyor. Bir bakmışsınız eğitim tüm zamanlarını alıvermiş.
Devlet olsun, vakıf olsun ikinci gruptaki üniversitelerin başarılı öğrencileri yüksek lisans yapmak için genelde birinci gruptaki üniversiteleri tercih ediyorlar. O nedenle kendilerine gelen yüksek lisans öğrencilerinin altyapıları istenen seviyede olmuyor. Hâl böyle olunca öğrencilerden beklenti düşüyor. Bu da dönüp dolaşıp, öğrenciler ile yapılan araştırmayı kısırlaştırıyor.
Bu gruptaki vakıf üniversitelerinin laboratuvar gibi imkanları daha çok eğitime yönelik oluyor. O imkanları araştırmalarında kullananlar olsa da, pek çok akademisyenin daha kapsamlı ekipman talep ettiklerine şahit oldum. Bu talepler karşısında üniversite yönetimi çoğu zaman topu taca atıyor. Devlet üniversitelerinde ise imkanların görece daha iyi olduğu söylenebilir. Ancak o imkanlara erişmek için iş-bilmez-bürokrasi adı verilen bir canavarı devirmeniz gerekiyor. Kolay iş değil doğrusu.
Yine vakıf üniversitelerinde çalışan arkadaşlar, devlet üniversitelerindekilere göre daha çok kazanıyorlar. Fakat söylentilere fazla kanmayın. O kadar da devasa farklar olmuyor.
3. Grup
“İngilizce öğrensinler yeter.” Bu cümleyi söyleyen mütevelli heyeti başkanı biliyorum ben. Kendisi yalnız değil. Onun gibi düşünenlerin yönettiği bayağı bir tabela üniversitesi olduğuna eminim. Bu yöneticiler maalesef konuşmakla da kalmıyorlar. Onların iki dudağının arasından çıkmadıkça üniversitede kuş uçmuyor. “Ol” diyorlar oluyor. Yazmadan duramayacağım. Bir tane üniversitede giriş çıkışlarda kart basılıyor. “Akşam beşte düdük de çalıyor mu?” diye sormuştum da pis pis bakmışlardı.
Buralarda en iyi ihtimalle sağlam bir meslek eğitimi verilebilir. Aslında üniversite diyerek suyu bulandırmasak, aralarından iyi kolejler çıkacağına eminim. Bu ülkede iyi bir meslek eğitimine çok ama çok ihtiyacımız var. Bu üniversiteler de müfredatlarını gözden geçirip, o boşluğu doldurabilirler. Maalesef henüz o noktada değiliz.
Bu gruptaki devlet üniversitelerini anlatmak ise daha güç. Azımsanmayacak imkanları var. Hatta bazı rektörler, üniversitelerinin ihya edilmelerini bile sağlayabiliyorlar. Fakat bir türlü kadrolarındaki insanları liyakatlerine göre seçemiyorlar. Bu kadrolaşma öyle bir noktaya varıyor ki, gerçekten liyakat sahibi biri katılsa dahi dışarıda kalıveriyor. Bu sefer açık kadrolar dolmuyor. Kendi öğrencilerini almaya başlıyorlar. Tencere dibin kara, seninki benden kara.
Üçüncü gruptaki üniversitelerin yüksek lisans programları hakkında fazla bir şey söyleyemeyeceğim. Zaten, vakıf üniversitelerinin pek çoğunda doktora programı yok. Sadece yüksek lisans öğrencileri ile idare ediyorlar. Devlet üniversitelerinde ise araştırma görevlileri var. Ancak onların da bir kısmı daha iyi bilinen diğer devlet üniversitelerinde görevlendirme ile yüksek lisans yapıyorlar.
Bu yazıyı yazmanın zor bir tarafı var. Onu beğenme, buna laf et; ya sonra? İnsanlar bir yerlerde çalışmak durumundalar. Katılıyorum. Ancak bu o üniversitelerin var olan durumlarını göz ardı etmemiz demek olmamalı. Durum tespiti yaparsak mücadele edebiliriz. İyi bildiğimiz üniversiteler arasında öyle bölümler var ki, evlere şenlik. O konuda düşündüklerimi yazmıştım. Fakat tam tersi de kesinlikle doğru. İlk anda akla gelmeyen bir üniversitede, pırıl pırıl bir bölüm olabilir. Kaldı ki bir bölümü sadece birkaç kişi pekâlâ ayağa kaldırabilir. Eğer onlardan biri siz olursanız, sakın pes etmeyin. Bol Bilim yanınızda.
Bu yazının fikrini bize veren Murat isimli okuyucumuza teşekkürler.
Matematik Dünyası bize yer açtı. Üç ayda bir onlar için de sayfa hazırlayacağız. Bu sayfa daha çok çalışma alanlarımızla ilgili olsun diyoruz. Pınar, yapay zeka başta olmak üzere bilgisayar bilimleri konularında matematiğin rolünü anlatmayı düşünüyor. Benim de aklımda bilimsel hesaplama, veri bilim, bilgisayarla matematik gibi konular var. Bu arada dergi yazılarımızı, Bol Bilim’de ayrı bir pencereye de taşıyacağız. Fikirlerinizi, önerilerinizi, kısacası desteğinizi esirgemeyin lütfen.