Akademinin en gıcık beş hali!

Yıllardır akademinin içindeyiz, şu dönem sonları kadar stresli bir zaman yok. Finaller, bütünlemeler, dönem sonu notları, yeni öğrenci kabulleri, yüzüp yüzüp sonunda gelinmiş makalelerin bitirilmesi, yeni proje önerilerini yazmak… Listenin sonu yok. Böyle zamanlarda insan benim bu girdapta ne işim var diyor. Hele bir de temmuz gelip, yaz bize gelmeyince bende bıkkınlık tavan yaptı.

Biraz Cosmopolitan tadında olacak ama işte akademide son zamanlarda beni en gıcık eden beş şey!

Para bul ama bunu kendi zamanında yap.

Araştırma yapmak için hemen hemen her zaman paraya ihtiyacımız var. Ortalıktaki para miktarları sürekli artsa da, aslında parayı bulmak inanılmaz zor. Her akademisyen artk yılda en azından dört beş tane araştırma önerisi yazıyor ki para bulmak için bir şansı olsun. Onda bile ihtimal çok az. İşin sinir kısmı, akademik hayat içinde bunları yazacak bir zaman kesinlikle ayrılmış değil. Ders vermeniz için zaman var, toplantılar evet, projelerinizi yürütmek için yine bir nebze ama yeni bir proje yazmayı bir şekilde halletmeniz bekleniyor. Geçen gün evde çocuklar bir dizi izliyordu. Gündüz normal işinde gücünde olan üç kadın, akşam hırsız oluyorlar. Valla akademik hayat da böyle bir “çift hayata” doğru gidiyor. Biraz bu çifte hayat yüzünden, gittikçe daha çok akademisyen “burn out” denen iflas etme noktasına geliyor. Enteresan bir şekilde, araştırmayı finanse eden kurumların kendilerine has destekleme politikaları var. Örneğin, bu sene ilk defa Kanada’nın NSERC’ı (bizim TÜBİTAK) için çok sayıda proje değerlendirmesi yaptım. Onların bir yaklaşımı hemen hemen herkese titrine pek bakmadan az da olsa bir miktar verelim, herkes o parayla ufak tefek birşeyler yapsın. Hollanda’da tam tersi bir durum var. Az sayıda kişiye çok para verelim. Ve en çok parayı profesörlere verelim. Ama destek politikası nasıl olursa olsun, akademisyenin akşam eve gelip, ev işlerini halledip, kar maskesini takıp, o proje önerisinin başına oturması gerekiyor.

Interdisipliner çalışmalar yapın.

Ben de bu para bulma işine ağırlık verdim. Para bulma çalışmalarımın bir uzantısı olarak, son dönemlerde “birlikte çalışabileceğim” insan peşindeyim. Burdaki proje önerilerinin tabiatı gereği bu kişilerin tercihen başka disiplinlerden olması gerekiyor. Fikir güzel, farklı disiplinlerden insanlar birbirlerini tamamlar birinin yapamadığını diğeri yapar. Ama pratikte yapmaları güç, kimi zaman da son derece anlamsız ve zorlama. Farklı disiplinlerden gelmiş kişilerin birlikte çalışmasını bırakın, aynı dili konuşması bile çoğu zaman o kadar çetrefelli ki. Kullandıkları metodlardan, bekledikleri ve beğendikleri sonuçlara kadar bir çok zaman farklı disiplinler birbirlerini şaşkınlıkla izleyebiliyorlar. Birinin çok yeni olarak ortaya koyduğu bir problem, diğeri tarafından yıllardır yapılan rutin bir teknik haline gelmiş olabiliyor. Arada yapılan tabii ki başarılı çalışmalar vardır. Değerini kabul ediyorum, ama şunu teslim edelim interdisipliner adı altında yapılan birçok projede de her disiplin kendi tarafındaki işleri yapıp, birlikte çalışılmış süsü veriyor. Hayatında hiç interdisipliner çalışma yapmamış insanların, interdisipliner araştırma yapmak konusunda hiç eğitim almamış bizim gibi insanları sürekli buna zorlamaları ise beni benden alıyor.

Kahraman bakkal süpermarkete karşı”

Bu yazacağım belki her alanda böyle değildir ama bilgisayar bilimlerinde ve tahminim endüstrisinin güçlü olduğu birçok alanda mevcut. Eskiden araştırma daha çok üniversitelerde yapılırken, artık araştırma yapılan pek çok şirket var. Kimisi araştırma sonuçlarını şirket bünyesinde kullanıyor, kimisi başka şirketler için çalışıyor. Ne var, daha çok araştırma yapılması daha iyi değil mi diyeceksiniz. Öyle. Ama bu sefer üniversitede yapılan araştırma kapsam, deneme, vs. açısından bu büyük araştırma mekezleriyle yarışamıyor. Akademide bir hoca ve bir doktora öğrencisinin birlikte yaptığı bir işi tasarlaması, gerçek bir veri seti bulması, üzerinde denemesi, sonuçlarını anlaması bazen 1-2 yıl alırken, büyük araştırma şirketlerinde çalışanların benzer bir işi çıkarmaları çok daha hızlı oluyor. Zaten birçok mühendis ortamda var; veri seti desen zaten şirketin içinde mevcut. Akademik personel desen, en iyi doktora mezunları bu kurumlara gidiyor. Bunun sonucu olarak son dönemdeki yapay zeka konferanslarında çok sayıda bildirinin şirketlere bağlı araştırma kurumlarından veya bunlarla birlikte çalışan araştırmacılardan geldiğini görüyoruz. Küçük gruplar çok iyi akedemisyenlerden oluşsa bile, bu araştırma makineleriye zor baş ediyor. Bu durumun vahim bir sonucu daha var: Bu şirketlerin önemli gördükleri problemler daha çok çalışılıyor ve bu konuda daha çok ilerleme kaydediliyor.

Öğrenci velinimetimizdir.

Gıcık olduğum şeyler araştırmadaki garipliklerle bitmiyor. Ders verme konusunda da son yıllarda ivmelenerek gelen bir trend var. Dersin iyi olup olmadığını, nasıl iyileşebileceğini öğrencilere soralım. Tabii ki çok anlamlı bir süreç. Ama nereye kadar? 🙂

Geçen dönem yüksek lisans dersimde öğrencilere makale okutup sunum yaptırdım. Okumayı öğrensinler. Ben zaten bolca anlatıyorum, onlar da birşeyler anlatsınlar. Bu zaten yüksek lisans ve doktora derslerinde sık sık uygulanan bir yöntemdir. Hatta o seviyede sırf öğrencilerin makale anlattıkları seminer dersleri vardır. Gel gör ki artık üniversitelerde şöyle bir beklenti var: Hocalar ders sonlarındaki değerlendirmeleri okuyup, öğrencilerin sevmediği şeyleri değiştirecekler! Sebep? O versin o zaman dersi, ben dinleyeyim. Dersten onu çıkar, bunu değiştir derken eylülde başlayacak dersime tamamen yabancılaşmış durumdayım. İlk derste girip çocuklara “Mesele neydi?” diye sorabilirim. Buradan bütün üniversitelere bir çağrı yapmak istiyorum: Bu yanlıştan dönünüz. Bu yol yol değil. Hoca öğrenci ilişkisi, satıcı müşteri ilişkisi gibi değildir.

Bitmeyen, çözümsüz toplantılar

Herhalde İlker mezar taşıma “Hiçbir şeyden çekmedi, toplantılardan çektiği kadar,” yazdıracak. Hani hep derler ya, aklın yolu bir. Akademik toplantılarda yok öyle birşey. Aklın yolu yok. O derece. Toplantılarda ben bazen insanların söyledikleri şeyler şaka mı değil mi onu bile anlayamıyorum. Dışarda normal bildiğin insanlar toplantıda bir canavara dönüşüyorlar. Herkesin kendine göre bir ajandası var: Nasıl daha az ders veririm, nasıl o öğrenciyi ben alabilirm, nasıl o labı kendime tahsis ettiririm, ve türevleri. İyi bir ağrı kesici edinin demekten başka bir çözümüm yok. Ne diyeyim, Allah kimseyi akademideki toplantılarla sıınamasın.

Yok yok ben en iyisi bir tatile gideyim!

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.