Baştan beri Bol Bilim’de farklı sesler olsun çok istiyoruz. Akademideki arkadaşları attığımız mesajlarla rahatsız etmeye başladık bile. İlk konuk yazarımız Ankara Üniversitesi, Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden Altuğ Yalçıntaş. Kendisi İktisat Bölümü’nde doçent. İktisat biliyor ama bir yandan da ağır sosyalci. Hem de nasıl! İktisat felsefesi ve tarihi çalışıyor. Ayrıca Mülkiye gibi etkili ve muhalif bir okulda sistemin her türlü garabetiyle ve “ağır abi”lerle boğuşuyor.
Arkadaşlığımız eski. Kırmadı bizi; bir yazı döktürdü. Bir cümle ile özetlersem “İktisat okumak var, okumak var” diyor. Buyurun okumaya.
Altuğ Yalçıntaş, AÜ SBF İktisat Bölümü
altug.yalcintas@politics.ankara.edu.tr
http://ayalcintas.blogspot.com.tr/
https://twitter.com/altugyalcintas
İktisadın bir sürü sorunu var. Derslerde anlatıyoruz: aşırı matematikleşme ve formelleşme, standartların dışına çıkmaktan imtina eden katı müfredatlar, matematik ve istatistikle yakından ilişki olmasına rağmen, tarih, sosyoloji ve felsefeye uzak durmak gibi. Şimdilik, bu alanda yazılanların üzerine bir ek daha yapmak niyetinde değilim. Ama Türkiye’deki iktisadın durumu üzerine bir iki kısa söz söylemek isterim doğrusu.
Teğet geçen krizde olduğu gibi Türkiye’deki iktisadın küresel ölçekte kötü vaziyetinden en az şekilde etkilenir diyenlerin sayısı inanamayacağınız kadar fazla. Sizler de köşe yazılarına, televizyon söyleşilerine ve bürokratların demeçlerine dayanarak Türkiye ekonomisiyle ilgili her şeyin yolunda gittiğine, Türkiye’deki iktisadın eğitimi ve tatbikiyle ilgili hiçbir sorunun olmadığına kani olabilirsiniz. Ama durum öyle değil.
Eğer Türkiye’de iktisat öğrencisiyseniz veya olmayı düşünüyorsanız, Türkiye ekonomisi ve genel olan iktisat bilimi ile ilgili söylenenler konusunda güçlü bir filtre mekanizmasına sahip olmalısınız. İlk olarak, her köşe yazısında yazanı, her televizyon konuşmasında söyleneni ve her resmi basın toplantısında verilen demeci ders kitaplarında bulamayabilirsiniz. Daha doğrusu, bulursunuz da, ders kitapları köşe yazarlarının, televizyon yorumcularının ve bürokratların söylediğinin aksini söylüyor olabilir.
Örneğin, Merkez Bankası’nın niçin hükümetin faiz indirimine direniyor? Cumhurbaşkanı, Başbakan ve bakanlar faizi düşürün diyor. Ama onların atadığı Merkez Bankası Başkanı ve diğer bürokratlar bu fikre karşı çıkıyor. Ne iş? Adam madem amir durumunda, dediğini yapmayan bürokratını alır görevden. Öyle değil mi? Size öyle söyleniyor, ama öyle değil.
Devam edeyim. Açıklanan rakamlara bakarak, enflasyonun yaklaşık son 10 yıldır %7 ile %11 arasında kontrol altında tutulduğunu gözlemliyor olabilirsiniz. Hayat pahalılığından ya da (reel) ücretlerdeki ve alım gücündeki erimeden bahsedildiğini duyunca “toplumun huzurunu bozanlar mı bu rakamlar yalan mı söylüyor?” diye sorabilirsiniz. Tabii ki rakamlar doğruyu söyler! Yine aynı şekilde, Türkiye’de %9 ile %11 arasında seyreden işsizlik oranlarının Avrupa’yla karşılaştırıldığında “makul seviyeler”de seyrettiği fikrine sahip olabilirsiniz. Hatta esas sorunun işverenlerin işçi bulamama sorunu olduğunu çünkü iş bulamayanların sorununun, verilen işi kabul etmediğini düşünebilirsiniz. Gerçekten böyle düşünüyorsanız, atanamayan öğretmenlerin, işsizlikten beli kırılan İİBF mezunlarının, taşeron işçilerin ve diğer birçok kesimin dertlenişine anlam veremeyebilirsiniz.
Satın alma gücüne endekslenen kişi başına gelirin 19,000 dolar olduğunu öğrenip sevinebilir, “güçlü bir demokrasimiz yok, ama sağlam bir ekonomiye sahibiz, bu da bize yeter” diyebilirsiniz. En nihayetinde, önümüzde Çin gibi bir örnek var. Çin’de demokrasi mi var? Yok. Öyleyse, ülkecek daha zengin olmak istiyorsak, demokrasi ya da hukuka önem vermesek de olur. Önemli olan “sağlam irade”dir zaten.
[Fotoğraf: @WashingtonPoint adlı kullanıcının 11 Şubat 2015’te attığı twit.]
Kendinizi Türkiye’nin en büyük problemlerinin paraleller ve faiz lobisi olduğuna ikna etmiş de olabilirsiniz. Bu gurup ve lobiler Türkiye’nin ekonomik istikrarını hedef seçmiştiler, değil mi? İktisatçılar televizyonlarda her gün bu bilgiyi pompalıyorlar, en nihayetinde.
Bize söylenene göre, Türkiye’nin yarısı durumumuzdan memnun. Öyleyse “durmak yok, yola devam” edebiliriz. Cumhurbaşkanı’nın bile evinde zor tuttuğu “Türkiye’nin yarısı” 35 milyon insan eder. İstatistikler yalan söylemez, değil mi? Aynen Türkiye’nin %99.9’unun Müslüman olduğu ve Türkiye’nin yıllardan beri süren en büyük sorununun türbanlı kadınların gündelik hayatta olmaması sorunu olduğu gibi.
***
Ben soruyu doğrudan sorayım: Kendimizi kandırıyor olabilir miyiz? Hükümetin 2015 genel seçimlerinde aday adaylarından biriyseniz bilmem ama eğer en azından işini doğru dürüst yapmaya çalışan bir okulun iktisat öğrencisiyseniz, bir kere daha düşünün. Bunların hepsi aynı anda yalan olabilir. Bazı iktisatçı meslektaşlar mektepli iktisatçıların Türkiye ekonomisinin gidişatıyla ilgili ciddi sorunları olmasına rağmen birçok köşe yazarının, televizyon yorumcusunun ve bürokratın gidişattan memnun olması durumuna “Erdoğan-omics” diyorlar. Buna göre, Gezi Protestoları’ndan tutun da 7 Şubat ve17-25 Aralık operasyonları Erdoğan ve AKP sayesinde sağlanan “başarı hikâyesi”ni çökertmeyi hedefleyen dış mihrakların oyunudur.
Bence bir tür a la turca vaziyetle de karşı karşıyayız. Aslında “Erdoğan-omics” denilen masalsı evren sadece iktisat için değil, özellikle toplumsal bilimleri ilgilendiren diğer alanlar için de geçerli. Türkiye’nin dış politika açısından bize söylenenler gibi çok güçlü olduğunu, kadına yönelik şiddetin artmadığını, azaldığını, basın ve ifade özgürlüğü alanında en iyi örnek ülke durumunda olduğumuzu, her ile bir üniversite açarak fikri ve irfanı hür ve aydınlık bireyler yetiştirdiğimizi, hatta inşaat ve yan sektörlerdeki atılımın (yeni İstanbul havaalanının, yeni Boğaz köprüsünün ve ülke geneline yayılmış AVM’lerin) Türkiye’nin kalkındığına işaret ettiğini düşünebilirsiniz. Bence biz en iyisi kendimizi en kötüsüne hazırlayalım. Genel olarak, milli gelirden enflasyona işsizlik oranlarından iktisatta kullanılan makro büyüklüklerin tanımlarının kusurlu ve istatistik yöntemlerinin de hatalı olduğu gerçeği gün gibi ortadayken politik sabıkası kabarık köşe yazarlarının, televizyon yorumcularının ve bürokratların bize sundukları bilginin daha güvenilir olduğu ihtimalini bir tarafa bırakalım. Türkiye’de ilm-i iktisat dürüst olmayan bir zeminde tatbik ediliyor.
Geri bildirim: Bol Bilim bir yaşında | BOL BİLİM